Vol 1: Medyanın hasarları/Media Jeopardy

Aslıhan Atalar
4 min readApr 17, 2020

Yıl 2016, bir kanalda ilk stajım, niyetim deneyim kazanmak ama tanıdık kontenjanından girmişim kanala. Rahatlatıyorum içimi, bir nevi kendini kandırma, adı üstünde sadece staj karşılığında bir maaş durumu olmadığı için kontenjandan faydalanabilirim gayet ya… Meselenin özü, kontenjan bana öyle pahalıya patladı ki, medya dediğimiz mücadele alanının, ana akımından muhalefetine kadar ne kadar pervasız, kaygan olabileceğini bizzat görmüş, deneyimlemiştim. O günden sonra kendime bir söz verdim, birisinden bir şey istemek için bile kontenjan yok…

Bu yazıyı yazma nedenim gördüğüm ve tüm inancımı bir kez daha yitirdiğim şu başlıktaki bir haberle başladı, Anadolu Ajansı tarafından verilen haber başlığında şu yazıyordu: ‘‘Erken yaşta evlenen kadın eşinin cezaevinden çıkacağı günü bekliyor.’’

Bu o kadar tanıdık bir dildi ki, flashback misali beni o yıla, staj yaptığım haber merkezine götürdü, çünkü ben tıpkı böyle bir haber sonrasında, kanaldan ciddi ağlayarak çıkmıştım. Hikâye şöyle başlamıştı, 2016 yılında, “Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” kapsamında konuşulan tasarı için, staj yaptığım kanal, bir çingene mahallesine gidip, kurmaca bir haber yaratacaklardı (kullandığım çingene kelimesi bir negatif bağlam içermiyor bilakis kimliklerini kullanıyorum ve kimliğe asla olumsuz bir anlam yüklemiyorum.) Bu haber de sözüm ona, erken yaşta evlenenlerin şikayetlerini dinleyecekler ve kadınların, daha doğrusu çocukların erken yaşta evlenmesine bilakis destek veren bir haber kurgusu yaratacaklardı, nitekim yarattılar da. Tabii bu öyle stratejik bir hamle ki hem haber yapanların kasıtlı ve akıllıca seçimi ve haberin öznesi olanlar içinde hem talihsiz hem de negatif çağrışımları ön yüzüne çıkaran ve karşı çıkanları toplumsal gerçekler önergesi ve elitistlikle suçlayan şovenist tarafların işine yarayacaktı, bu birincil olarak haberi yapan için avantaj sağlıyordu, kısaca tümüyle kasti bir hamle…

Peki suç kimdeydi? Akşam eve geldiğimde, haber fikrinden, kurgusuna, çekim yapanına, haberin başlığına kadar insan elinden çıkan bu haberi gördüğümde hissettiğim duygunun tanımı utançtan başka bir şey olamazdı.Tam anlamıyla, bireylerin yaptıkları işe karşı yabancılaşmasının has mı has örneği. Twitter’da, gördüğümüz, güldüğümüz hashtagler’den de öte, ‘‘ bugün de başkasının yerine utandık” çok şükür bile denilemeyecek rezillikteydi. Gerçi,o kadar başkaları yerine utanıyoruz ki yaşamımızda. Sadece geçip gidecek bir stajyer olarak, bireysel anlamda karşı durduğum bu tepki, her şeyden önce kendime yaptığım bir iyilik olduğunu şimdi anlıyorum. Yenibosna durağından metrobüse bindiğim andan itibaren yoğun bir duygu boşalması ve derin düşünceler içinde geçmişti.

O zamanlar üniversitedeyim, lisansım medya, derslerimizde medyanın ekonomi politiğini işliyoruz, dünyayı biz kurtaracağız ya, henüz 20 yaşında bir öğrenciydim o zamanlar. Dürüst bir şekilde şunu söyleyebilirim ki ben bu kadarını tahmin etmemiştim. İnsanların görüşleri, düşünceleri farklı olabilir pek ala, ama bu kadar alçalınabileceğini üstelik ülkenin resmi bir medya kuruluşunda yani olamazdı benim için, hangi taraf olursa olsun. Teselli edenler şunu diyordu: daha neler göreceksin… Öngörülebilir senaryolar için alışık olma temelleri atılıyordu, insan vicdanına, psikolojisine. Nasıl olsa kanallar el değiştiriyor ya içimiz rahat olabilir, biri gider biri gelir. Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına? Hangi kanal, hangi yönetim senin vicdanını şekillendirebilir ya da alıkoyabilir?

Bu cümleler bizi öyle bir döngüye götürüyorki aslında, ana akım, yandaş gibi kolay etiketlemeler yapmak yerine her şeyi bir ilişkiler bütünü görme eğiliminin önemi, ben de düşünüyorum yandaşı yandaş yapan bir ilişkiler bütünü zinciri var, gücün zaman içinde el değişimi, ezen- ezilen ilişkisi demagoji ve dahası. Türkiye’nin yakın tarihine bakarsak bu kavramını tek bugüne özel bir mesele olmadığını anlarız sanıyorum.

Anton Çehov’un sevdiğim kitabı Altıncı Koğuş’un şu sözlerin altını çizmişim şimdi bu yazıyı yazarken düşündüm, hangisi böyle cuk oturur, açtım kitabı ve buldum yine söylenecek bir söz, bu yollardan geçen tek bizler değildik nasıl olsa: ‘‘Her türlü zorbalığın toplum tarafından makul ve yerinde bir gereklilik olarak karşılandığı, beraat kararı gibi her türlü merhamet göstergesinin toplumda tatminsizlik ve intikam duyguları uyandırdığı bir dünyada adaleti düşünmek gülünç değil midir?’’

Her şeyi konuşmuşken kendime yönelteceğim önemli bir soru gereksinimi doğuyor; sahi neden o kanala girmiştim ki ben? Sanırım Gürbilek’in, ‘‘Benden Önce Bir Başkası’’ kitabındaki bu satırlar, kendime yönelttiğim bu soruyu anlamam için bir yol haritası ve belki de hepimizin için bir hesaplaşma niteliğinde:

Bir düşünce iç gerilimlerinin hakkını verebilirse, varacağı sonuç kadar izlediği yola da çevirebilirse, cümlelerine sızan sahtelikleri bir bir ayıklayabilirse, kendi ahmaklıklarının da bir bağlam olduğunu anlayabilirse, kendini aldatmadan kendi sınırlarına kadar ilerleyip geri dönebilirse, kendi kendine uyguladığı zulümden direnç kazanarak çıkabilirse eğer- bilgi böyle böyle yanlışlığından uyanabilirse, yanlış yavaş yavaş doğruya dönüşürken çıkan ışık yalnızca hakikat değil mutluluk da vaat edebilir. Yalansızlık bilgiyi mutlu edebilir. Başkasının hakkını yemediğini bilmek; artık olmayana, henüz olmayana, şimdi ve burda olmayana yer açabildiğini görmek, bilgiyi mutlu edebilir.

Bu kadar şık sözler söylemişken, Çehov yerine, Popstar yarışmasında Bülent Ersoy’un Ebru Gündeş’e yönelttiği, şu cümle de hislerime tercüman olabilirdi: ‘‘Siz geceleri rahat yatabiliyor musunuz?’’ demişti hışımla, herkes çok rahattı, derin uykuya geçmişti bile.

Anton Çehov, Altıncı Koğuş(İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2017),8

Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası( İstanbul:Metis Yayınları), 271

--

--

Aslıhan Atalar

Media and Communications&Cultural Studies&International Relations